1 Haziran 2018 Cuma

Bask Bölgesi-Bilbao-San Sebastian Ne Kadara?

Lezzete doyacağınız üç günlük bir gezi hayal edin. Yüz yıllarca yüksek dağların korumasında yalıtılmış bir yaşam sürmüş, özgürlüklerine ve öz kültürlerine düşkün Basklılar'ı ve ana yurtları Bask Bölgesi'ni ucundan da olsa tanıma fırsatı bulabileceğiniz dört günlük bir gezi. Şundan eminim ki, iyi ki gitmişim diyeceksiniz sonunda, Baskça'nın sert tınıları kulaklarınızı yorsa bile :) . O yüzden aklınızın bir köşesinde bulunsun, bu dört günlük gezi ne kadara?


Konaklama : 80€/gece iki kişilik oda. 50€'dan aşağı bulmak çok kolay değil. Biz San Sebastian'a hakim Monte Igueldo Mercure'de kaldık, şehrin içinde olmasa da manzarası muhteşemdi, öneririm.
Yeme-içme: Gezi boyunca toplam 300€, çok göreceli tabii, 5€'ya Pintxos-Tapas da var, 250€'ya üç Michelin yıldızlı restoranda tadım menüsü de.
Ulaşım: 15€ Bilbao-San Sebastian arasındaki trenler tek yön fiyatı, gerisini pas geçiyorum, aşağıda değineceğim.
Hediyelik: Magnet 2-3€ civarında, Bilbao'da daha ucuz. Xakoli isimli Cava benzeri içkilerinin şişesi 10€ civarında.

Bask bölgesi ya da Baskonya, genelde bilindiği üzere sadece İspanya topraklarının kuzey doğusundan ibaret degil, Fransa'nın güney batısında büyükçe bir alan da bölgeye ait ve hatta Fransa tarafındaki Bayonne sehri, en az bölgenin ünlü kentleri Bilbao ve San Sebastian kadar Bask kimliğine tutkun. San Sebastian ve Bilbao deyince tabi akla Bask Kültürü ve Atlas Okyanusu'na bakan muhteşem güzellikteki kıyılar dışında tek bir şey geliyor, gastronomi turizmi. O yüzden biz de dört günlük bir tatili fırsat bilip, bir nisan ayı başında kendimizi Toulouse uzerinden Baskonya yoluna vurduk. Normalde Bilbao'ya THY veya Lufthansa uçuşları var ve odak noktalarınız sadece Bilbao ve San Sebastian ise iki sehir arasında tren veya otobüsle ulaşımınızı saglayabilirsiniz. Araba kiralamak özellikle sehir dışındaki mütevazı fakat Michelin kataloguna girmeyi başarmış restoranlara erişmek icin olmazsa olmaz. Fakat unutmayın, bu iki şehir arasında 100km uzunluğundaki yol icin en az 13-14€ otoban ücreti odeyeceksiniz. Şimdi bu kısa başlangıçtan sonra, ilk durağımız San Sebastian ile yazıyı devam ettireceğim. Son durak ise Bilbao.

San Sebastian:

Bir kere gittiğiniz yerin adı Donostia Baskca, San Sebastian Dünya çapında bilinen isim olsa bile, şaşırmayın. Yukarıda değindiğim gibi, uzun yıllar boyunca yüksek ve sarp daglar dolayısı ile erişilmesi zor olması, kendi dilini ve kültürünü korumasını kolaylaştırmış Baskonya'nın. Korumak burada en doğru kelime, çünkü diğer batı dillerinin hiç biri bölgede yokken, Kafkaslar'dan kopup bölgeye yerlesen Basklar'in dili Baskça da eski kıtanın en eski dil ola gelmiş. Lazca ile dilbilgisi açısından benzerliği ve öğrenilmesinin zorluğu gibi bir çok ilginç özelliğe sahip Baskça'nın San Sebastian özelinde benim açımdan en sorunlu yani Tapas ya da Pinxtos Barları'nda bağıra çağıra konuşulması oldu. Diyeceksiniz ki ne ilgisi var? Söyle anlatayım, bildiginiz gibi Pintxos Baskonya'nın sihirli yiyeceği, daha dogrusu içki oncesi mide boş kalmasın diye yenilen ekmek ustu atıştırmalığı ve Pintxos Barları San Sebastian'a gelmek icin en onemli sebeplerden ilki. Eski şehrin ortasında hepi topu 10-15 civarında yüksek puanlı Pintxos Bari var ve yerel halk da her aksam bu mekanları doldurup bağrış çağrış sipariş veriyor barin arkasına. Siparişi verince her şey bitti mi, yok, barin onunu terketmeden arkasındakilerle yüksek tonda sohbet muhabbet. Bu biz gariban turistler icin şöyle
bir sorun yaratıyor, yeterince sabretmeden, yani en az 15-20dk, ufak bir ekmek üstü atıştırmalığa katiyen ulaşamazsınız. Ya da söyle düzelteyim, o muhteşem lezzet toplarına ulaşmanın bedeli, gürültüyü eşliğinde 15-20dk beklemek. Yan tarafa 3-4 tane Pintxos örnegi koydum, gördüğünüz gibi porsiyonlar görece ufak ve tanesi 2-3€ aralığında değişiyor. Örnegin su yeme de yanında yat sınıfındaki yengeç soslu ançuez 2€ ve hemen hemen tüm Basklılar yanında Txakoli denen Cava veya köpüklü şarap benzeri içkiyi yudumluyor. Biz toplamda 6-7 değişik Pintxos mekanını denedik ve 10 dakikadan az beklediğimiz hiç olmadı. Gerçi sonradan aynı rotayı izleyen bir arkadaşımla konuştuktan sonra farkettim ki, bizim içine düştüğümüz yoğunluk Paskalya tatili kaynaklıymış. Yani başka mevsimlerde giderseniz aynı durumla karşılaşma olasılığı çok düşük, bilginiz olsun. Aşağıya eski şehrin göbeğinde yer alan dört farklı Pintxos mekanını ve deneyebileceğiniz lezzetli Pinxtos'ları not düşüyorum, şüpheniz olmasın, hepsi denendi :)

Pinxtos-Tapas Barları:

1- Bar Nestor: Domates, biber ve biftek-steak. Tek kelime ile mükemmel. Ayak üstü olduğuna bakmayın, kişi başı 20€ civarında Pinxtos dahil.

2- Bar Txepetxa: Özellikli Pinxtos burada ançuezli olan, ki kendisi 2.5€. Yengeç kremalısı da gayet lezzetli.

3- Le Mejillonera: Tam Pinxtos barı havasında olmasa da, kalamara ve midyeye düşkünlüğünüz varsa buraya mutlaka uğrayın. Fiyatları da fazlası ile uygun.

4- Gandarias Restaurante: Adından da belli olacağı üzere, ayakta yemek tek seçenek değil, oturabilirsiniz, ancak rezervasyon yaptırmanızı tavsiye ederim oturmayı planlıyorsanız. Sığır fileto-sirloin sorun özellikle, yumuşacık, damakta yok oluyor adeta, 4€ tanesi.

Saydığım yerlerin akşam 19:00'dan sonra açılmaya başladığını da özellikle eklemem gerekiyor. Zaten İspanyollar da 21:00'den önce pek yemeğe oturmuyorlar. İspanya'da bir kaç farklı şehri gezdikten sonra farkettim ki, Barcelona dışında bu alışkanlık ya da geleneğe daha sıkıca bağlı İspanya. Sebebi ise şu, İspanya'nın faşizmle yönetildiği Franco döneminde, Franco Nazizmle dayanışma göstermek için saatleri Orta Avrupa saatine çekiyor. Ama doğallıkla biyolojik saatler faşizmle yönetilmiyor.

Diyeceksiniz ki, akşamları yedik içtik, peki sabah veya gün içinde ne yapacağız? Hala size müzelerden veya doğal güzelliklerden bahsedeceğimi düşünüyorsanız, fazlası ile yanılgı içerisindesiniz. Sabah kahvaltısı için iki ayrı kahveciden, öğle yemeği içinse, abartmak gibi olmasın ama etin Nirvana'sı olarak nitelendirebileceğim Asador Epeleta'dan bahsedeceğim. Hatta önce Epeleta'dan bahsedeyim, kahvaltıyı otelde de edersiniz.

5- ASADOR EPELETA:
Etle aram çok yoktur, yerim ama aramam. O yüzden de eşim tavsiyelere uyup buraya mutlaka gitmemiz gerektiğini söylediğinde biraz burun kıvırdım, yalan yok. Burun kıvırmamın en önemli sebebi de Epeleta'nın San Sebastian'a 45km uzaklıkta, Pamplona yolu üzerinde olması idi. Otobandan sapıp sıradan taş binayı görünce hayal kırıklığına uğramadım, ama binanın önündeki lüks otomobiller de garibime gitti. Tahta kapıyı açınca karşıma kocaman bir barbekü üzerinde pişen devasa T-Bone biftekler (ya da porterhouse da diyebilirsiniz) çıktı ve istemsizce turist tuzağına mı geldik acaba, Instagram köleleri nerede diye düşünürken buldum kendimi. Neyse içeriye buyur ettiler, mönüyü uzattılar ve ilk şok, fiyatlar Baskonya standardında orta halli denebilecek düzeyde. Örnek vermek gerekirse, pişmiş etin kilogramı 48€, bu ete eşlik eden Kastilla-Duero bölgesine ait yarım şişe güzel bir Tempranillo 14€. Giriş için ton balıklı-soğanlı domates salatası ve Hollandez sos ile sunulan haşlanmış beyaz kuşkonmaz seçtik ve et siparişi için beklemeye koyulduk. Çünkü giriş yemeklerini ve içecekleri garsonlar, et siparişlerini ise sadece ve sadece mekanın sahibesi teyze alıyormuş. Teyze 70li yaşlara yakın bir hanımefendi, İngilizce konuşmasa da, Baskça veya İspanyolca, tüm sempatikliği ile çekip çeviriyor etrafı. Izgara et yemek istediğimizi söyledik ve başıyla onayladıktan sonra şu bizim meşhur 'bana bırakın' hareketini yaptı. Başka yerde olsak işkillenecektim acaba hesabı mı sivriltecek diye; ancak bir süre sonra elinde 1.5 kilogramlık bir T-Bone ile belirip, etin tam karşılığı olan fiyatla birlikte ile gelince, dedim şüpheciliğe gerek yok, ki anlamı da yok. Yaklaşık yarım saat sonra ızgarada orta pişirilmiş T-Bone önümüze geldi. Aman Tanrım, bu nasıl bir lezzet! Tarif etmek gerçekten kolay değil, yazıya dökmek daha da zor. Haddimi aşıp, şu muhteşem ortamlarda şöyle yetiştirilmiş bu yaştaki hayvanlardan bu şekilde kesilip dinlendirilmiş et gibi cümleler kuracağım neredeyse, o derece. Teyze beğenip beğenmediğimizi sormaya geldiğinde biz kemik sıyırma faslına geçmiştik, zaten masadaki manzara da beklediği cevabın söze dökülmemiş haliydi. Yine de olmayan İspanyolca'mla, dört beş kez arka arkaya 'Bueno' çıktı ağzımdan. Yerimiz kalmadığından tatlı almadık ve bu harika yemek için bahşiş dahil 100€ ödeyerek ağzımız kulaklarımızda mekandan ayrıldık. Niye büyük harflerle kalın yazdım isimini belli oldu sanırım. Uzun lafın kısası, üşenmeyin gidin ve haliyle 'ona bırakın'.   

Kahvaltı-Kahveci:
Kahvaltı genelde Türkler için sorun, hele İspanya'da daha da büyük bir sorun. Gerçi benim öyle bir derdim yok süt ürünlerinin bir çoğu ile aram olmadığından; hatta İspanya benim için kahvaltı açısından kolaylık ve mutluluk demek, çünkü domates ezmesini kızarmış ekmeğin üzerine sürüp zeytinyağı ile süsledikten sonra beş dakikada servis ettikleri on numara bir seçenek var. Üzerine arzunuza göre avokado veya zeytin de ekletebilirsiniz. Aşağıdaki iki mekanda da bu seçenek mevcut. 

1- Sakona Coffee Roasters:
Eski şehrin köprüyle sörfçüler plajı Zurriola Hondartza tarafına bağlandığı noktada Sakona. Kahveleri güzel, kendi ürünleri olan kekleri ve kruvasanları leziz. Yumurta da sunuyorlar kahvaltı için, fiyatları da çok yüksek değil (kahve ve kahvaltı 10€ kişi başı), daha ne olsun! Yandaki fotoğrafta örnek bir menü görebilirsiniz. Unutmadan söyleyeyim, haftasonları kalabalık, makul bir süre beklemeye hazırlıklı olun.

2- Old Town Coffee:
İlk kahveciye göre biraz daha güneyde, yani şehrin daha yerli tarafında, dolayısı ile de fiyatları daha uygun. Yukarıda verdiğim menüyü kişi başı 6-7€'ya yiyebilirsiniz. Mekan çok büyük değil, ama diğer kahveci kadar da talep görmüyor. Pazar kalabalığından kaçmak için bire bir. Süt oranı açısından Capuccino fazla sütlü, Espresso ise çok sert diyorsanız, menüye Flat White isimli ara seçeneği eklemişler, benim gibi ağzıyla tarif etmeye üşenenlere büyük kolaylık.

Bilbao:

Bilbao'yu uzun uzun anlatmayacağım, zaten toplamda da bir tam gün geçirdik. Açıkcası San Sebastian'a daha fazla zaman ayırmak doğru bir tercihmiş. Bilbao özelinde iki ayrı noktadan bahsedeceğim. Birincisi tahmin edebileceğiniz üzere Guggenheim Müzesi, ikincisi ise Michelin rehberinde olmamasına rağmen şehrin en iyi 10 restoranından biri olarak gösterilen Blueizar.

Guggenheim Müzesi:
Öncelikle giriş 14€ kişi başı. Gerçi Guggenheim deyince Bilbao diye özellikle belirtmek gerekiyor, Bilbao, New York ve Venedik, sanatsal içerik ve konumlandırma açısından çok farklı yerlerde. Eğer modern sanatla uzaktan yakından ilginiz yoksa ve olacağını da düşünmüyorsanız bu paragrafı ve Guggenheim'ı atlayabilirsiniz. Atlamadan önce yine de sizin için son bir şans, müzeye girmeden dış alanda sergilenen eserler Guggenheim özelinde fikir veriyor, hem de bedava. Modern sanat müzelerinde yüzlerce saat harcamamış, fakat esere bakmaktan çok hikayesini okumaktan hoşlanan biri olarak, müzeyi gezmekten çok da zevk almadığımı belirtmeliyim. Gerçi müzenin gemi formundaki mimarisi etkileyici, kabul etmeliyim. Önünde çiçeklerden yapılan sevimli köpek de tam Instagram için yaratılmış. Ana eser devasa yapısı ve boyutsal algıyı bozan geometrisi açısından ilgi çekici olsa da, diğer eserler çok da ilgimi çekmedi. Fotoğrafa da izin yok maalesef. O yüzden sadece müzeye girmeksizin de görülebilecek bazı eserleri paylaşıyorum yan tarafta, ki örümcek gayrı resmi sembolü müzenin. Özetlemek gerekirse, vaktiniz bol, bütçeniz yeterli ise, bir iki saat ayırabilirsiniz. Modern sanatı ve kullanılan derinlikli yabancı dili kulaklıktan anlamak kolay değil, rehber eşliğinde gezmek ya da üşenmeden okumak en verimlisi. Bir de unutmadan, çıkışta gül şeklinde dondurmalar servis eden dondurma zinciri Amorino var, bitter çikolata ve mango her daim favorim-4.5€.

Restaurant Blueizar:
Şimdi malum Bilbao'yu çıkarsak Michelin rehberi yarıya düşer, ama her şey de Michelin'den ibaret değil. Müfettişin keyfi yoktur, aşçı veya komi yamuk yapmıştır, parası çıkışmamıştır, ne bileyim. O yüzden ***'lı tadım menüsüne gücümüz yetmedi demek yerine, Michelin rehberine biraz çamur atalım ve pazar günü açık olan Blueizar'da yediğimiz yemeği anlatalım. Giriş yemeği çok basit, sevmeyeni de çok biliyorum ama, istiridye. Beş farklı sos ile çiğ servis ediyorlar, 'Gilda' ferahlatan aroması ile en beğendiğim seçenek oldu. Dana kuyruğundan yapılan kroketi her giden methetmiş zaten, biz de denedik, yanındaki mayonez ile gayet lezzetliydi. Ana yemek olarak da bizim yöntemini tandır diye tabir ettiğimiz kuzu omuz tercih ettik. Et olarak mükemmel denemezdi, fakat eşlik eden bulgur, karnabahar ve ezmesi dört dörtlüktü. Yemeğe derinlik katmak sanırım bu oluyor. Şarap tercihimiz yine bir Temparanillo'ydu, kusura bakmayın adını not etmemişim. Tüm bu yenilen içilenin ederi, yanında kendilerinin pişirdiği cevizli ve tahıllı ekmekler dahil, 95€. Diyeceksiniz ki uygun mu şimdi bu? Bilbao özelinde evet, kuzu tandırın bağrından kopup gelenler için hayır. Marifet de zaten 250gram kuzu kol için 45€ ödetmekte, ki doğru pazarlama stratejileri ile Basklılar bu işi çok iyi başarıyor.

Bitti mi Bilbao şimdi? Benim için evet.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder